Toplumsal Cinsiyet Üzerine
Toplumsal cinsiyet (gender) kavramını literatürde ilk kullanan 50li yıllarda, John Money’dir. 1972 yılında yayımlanan “Sex, Gender and Society” kitabında Ann Oakley, cinsiyeti, biyolojik (erkek/kadın) ve toplumsal cinsiyet (erkeklik ile kadınlık arasındaki toplumsal bakımdan eşitsiz bölünme) şeklinde ele almaktadır. 70’ler itibariyle toplumsal cinsiyet (gender) kavramı daha net bir şekilde feminist hareket ile kullanılmaya başlanır.
Toplumsal cinsiyet, erkek egemen sistemin kadınlar üzerinden yürüttükleri bir politikadır. Bunu ilk duyduğumuzda, kulağa oldukça sert gelebilir. Bu durumu pek çok örnekle sizlere anlatmam mümkün;
- Kadın bedeni üzerindeki kapitalist hegemonya (benzer bir durum erkekler için de tartışılabilir)
- Medya üzerinden yürütülen kadını ezme ve ikinci sınıf gösterme politikası
- Kadın cinayetleri
- Kadına yönelik; iş yerinde, evde, toplumun her notasında görülebilen fiziki ve psikolojik şiddet
- Taciz ve tecavüzler
Bu üstte bahsettiğimiz ve daha da fazlasını içeren pek çok gerekçe, bugün kadının hakkettiği eşit değeri görebilmesi ve görünür olması için konuşmamız, tartışmamız gereken başlıklar.
Elbette bu ve benzer baskılar sadece kadınların başına gelmiyor dediğinizi duyar gibiyim. Kadın, çocuk, hayvan ve doğanın geri kalanı erkek egemen yapıda baskı ve denetim altında bilinçli bir şekilde ezilmektedir. Erkek egemen sistemde, erkekler de farklı baskılara maruz kalmaktadır. Kadın/Erkek derken bile bir ayrımcılığa ve eşitsizliğe sebep oluyoruz.
Doğurgan olana karşı yürütülen ikinci sınıf muamele, tarihsel anlamda kentleşme, endüstriyel devrim ve kapitalizm ile günümüze taşınıyor.
Toplum, kendi içinde ayrışmaya en küçük biriminde başlıyor. Çocuklara doğdukları an itibariyle toplumsal bölünme ve eşitsizlik üzerinden bilinçsizce yüklenen sorumluluklar var. Kız çocukları, evinin kadını olması, evlenip çocuk sahibi olması, evine, çocuğuna, eşine bakması için büyütülüyor ve telkin ediliyor. Türk toplumunda, tüm kadınların bilinç altında bu mesajlar kazılıdır. Çünkü “kadın evde, erkek dışarıda çalışır” fikri sistematik olarak her kanaldan bireylere işlenir.
Ahlak ve namus nedense kadına yapıştırılmış yaftalardır. Topluma mal olmuş sözlerin, küfürlerin temelinde bile kadını aşağılamak vardır. Burada doğurgan olanın tehlikeli olması ya da korunması gerektiği fikri temelinden hareket edildiğini düşünüyorum.
Kadınların cinayet haberlerinden daha farklı şekillerde toplumda görünür olması, eşitsizliği her birey için ortadan kaldırmak çabası ile çalışmalıyız. Bunu dünyanın geleceği, çocuklarımızın geleceği ve zihinsel olarak sağlıklı nesiller yetiştirmek için yapmalıyız.
Günümüzde, kendi parasını kazanıp, ayakları üzerinde duran nice başarılı kadın var. Her kadının, toplum içinde diğer bireyler ile eşit hak ve görünürlüğe sahip olması bir insanlık hakkıdır. Zira toplumsal cinsiyet eşitliği bir insan hakları sorunudur.
Toplum kadına gerekli hakları verip, okumasına, kendini geliştirip bir iş sahibi olmasına ön ayak olmalıdır. Sonraki nesillerin yetişmesinde kadınların payının yadsınamaz olduğunu kabullenmek gerekir, cinsiyet fark etmeksizin.
Cinsiyet bölücü bir kavramdır. Arı Kovanı ise bir başkaldırıdır.
Altı hafta birlikte çalıştığımız tüm arkadaşlarıma teşekkür ederim. Böylesine hassas ve toplumsal anlamda kanayan bir yaraya birlikte sanatsal olarak yaklaştık. Amacımız ortaya çıkacak fotoğrafların ve fikirlerin toplumun her kesimine basit ve anlaşılır bir dille ulaşması.
8 Mart 2022 Saat 19:00’da TFSF Sanat Galerisinde ve ardından 18 Mart 2022 Saat 19:00’da Fotoğraf Sanatı Kurumu’nda sergimizi ziyaret edip, fotoğraflarla verdiğimiz mesajları bizlerle birlikte okumanız dileğiyle.
Sevgiler,
Ayça Karaoğlan
Mart 2022, Ankara